Köpeğin Ahlakı




“Köpek” Ahmet Yıldız’ın bir öyküsü. Öykünün başında köpek dünyaya uymanın en kolay yolunu seçmiş. Çalışmadan, dünyaya karşı bir emek harcamadan, geçinmeni yolunu bulmuş:Çöplükten besleniyor. Ama her çöplükten değil. Örneğin sivil toplumun çöplüğünden değil. Burası kriz içinde bir sivil toplumdur, dağılan, yoksullaşan, medyanın göz kamaştırıcı uyuşturuculuğunun etkisiyle, mahalledeki ilişkilerini, hatta yakın tanıdıklarıyla birlikte var olma ilişkilerini terk etmeye, en aza indirmeye başlamış bir sivil toplumdur. Edilgen ve çürüyen, çürüdüğünü de bilmeyen bir sivil toplum.

Devlet şiddet araçlarının tekeline sahip kurum. Aynı zamanda toplumun birleştirici, düzenleyici ve sınıflar matrisinin taşıdığı çelişkilerin toplumu “patlatmasını” engellemek ile, bunların kabul edilmesine olanak sağlayan düşüncelerin üretilmesiyle de yükümlü parçası. Düzenleme, disiplin alına alma ve cezalandırma onun işi. Bu ilişkilerin hepsinin üzerini örten, yumuşatan, kabul edilmelerini kolaylaştıran yer ise hapishane.

Hapishane, toplumun gerçeğinin, tüm ideolojik, kültürel biçimlerle gizlenmeye, yokmuş gibi gösterilmeye çalışılan gerçeğin (Tüm eşitlik, özgürlük iddialarına karşın, kapitalist toplumun şiddet olmadan bütünlüğünü sağlayamayacağı gerçeğinin) yüzeye en yakın yeri. Hikayedeki köpek işte buranın çöplüğünden besleniyor. Hatta o kadar tembel ki zehirli etleri paylaşmak için didişen arkadaşlarına üşengeçliğinden katılmadığı için hayatta kalıyor. Bir taraftan bir emek harcamadan, tembelliğiyle övünerek, diğer taraftan toplum üzerine sürekli yorum yaparak, ama bu arada yoldan geçen bir araba,-akmakta olan yaşamın simgesi- tarafından görmezden gelindiğinde hüzünlenerek, adeta iktidarsız bir “entelektüel” gibi, ya da “bu dünya nasıl olsa değişmez, günlük işimize bakalım” diyen, “neyin ne olduğunu bilen ama bile bile yapmaya devam eden” bir “postmodern sinik” olarak…Ve yine postmodern dünyanın öncelikle kendi hazzına, yemek ve uyumak gibi fiziksel gereksinimlerine odaklanmış bir “öznesi” olarak…

Köpek burada herkesin diğeri olduğu için hiç kimse kendisi olmayan özneye iyi bir örnek oluşturuyor. Peki kendisi olabilir mi; özgün bir edim gerçekleştirebilir mi? Öyküde buna bir şans tanınıyor. Ama kendisi olmanın iki koşulu olduğunu da hatırlamayı unutmadan. Birincisi, toplumun gerçeğine çarpınca tanımayı bilmek. Ikincisi, bu tanımanın getirdiği travma ile açılan alanda etik tutum almayı başarmak.

Hapisahanenin gerçeği, dolaysız, yasa tanımaz şiddetin ürünü olarak karşısına çıkıyor köpeğin:Bir mahkumun iş makinasıyle koparılmış, kazayla kendiliğinden bir iş yaparken kopmuş değil, biri hatta, o mahkumun açısından bakarsak “diğeri” tarafından bir iradi kararla ve eylem sonucu koparılmış kolu. Köpek bunu da yemeye, özümsemeye, kabul etmeye, kendine katmaya, olağanlaştırmaya hazır. Ama gerçek direniyor, farklı bir “şeyi” var, ne olduğu pek belli olmayan “verili ideolojik kodlar”, toplumdaki egemen “simgeler” sistemi içinde anlamlandırılamayan, üzerine bir etiket takılıp simgesel evrenin bir köşesine kolaylıkla yerleştirilemeyen bir “şey” bir “fazlalık” bu… Bu “şey”, köpekte bir tiksinti yaratıyor, öznelliğinin kurulu sistemi tarafından kabul edilmeyen bir travma oluşmaya, içinde bir etik tutum almaya başlayabileceği bir çatlak oluşmaya başlıyor.

Böylece köpek ilk eylemine başlıyor. Bu eylem, bulduğu gerçeği “diğerlerine” göstermektir. Kahvenin önünden ağzında bu gerçekle sallana sallana geçiyor. Ağzında taşıdığı “şey” hem, onun değişmeye başladığının, diğerlerinden farklı, artık “herkes diğeridir, kimse kendi değildir”; saptamasına uymayan biri olduğunun göstergesidir hem de “diğerleriyle” yeni bir ilişki kurmasının, diğerlerini de bu travmaya ortak ederek, bir toplumsal işlev üstlenmenin aracı… ilk siyasi eylemi…

Köpeğin ağzındaki gerçeklik, sembolik evreni bir anda dağıtır, onun nispeten düzenli akan “naratifini” sarsar, istikrarını bozar ve yeni bir “naratif” oluşturmanın olanağını getirir. Kahvedeki diğer “tembeller” yerlerinden kalkıp koşmaya başlarkar. Travma toplumsallaşır… Artık, düş gücünü serbest bırakmanın, sembolik evrenin verili, ama istikrarını kaybetmeye başlayan bütünlüğünü parçalamanın, yeni bir anlatı kurmayı denemenin, bu anlatı içinde yeni bir toplum düşlemenin ve sonra kurmaya girişmenin, bu gerçeğin yarattığı travmayı paylaşan “diğerleri”yle birlikte “büyük diğerini” askıya almanın olasılığı doğmuştur.*

____________________________________________
*Yukarıdaki metin Ergin Yıldızoğlu’nun Köpeğin Ahlakı isimli kitabından alıntılanarak yazılmıştır. (Köpeğin Ahlakı; Ergin Yıldızoğlu, Gri Yayınları,243 sayfa)

Comments

Popular Posts